Hayata Dair

Bir Glioblostama Tümörü Öyküsü

Glioblostama tümörünü ya da Cemal Süreya’nın “Sizin hiç babanız öldü mü?/Benim bir kere öldü kör oldum.” dizeleri ile başlayan şiirini bilir misiniz?

Bu şiiri defalarca okumuş, hatta dikkatimi vermediğim hâlde ezberime bile almıştım üç beş dizesini. Hiç anlam yüklememiştim doğrusu. Benim için bir şey ifade etmeyen birkaç dizeden oluşan sıradan bir şiirdi bu. Çünkü ben babamı kaybetmemiştim, yanı başımdaydı babam. Bu acıyı tecrübe etmemiştim ki niye iz bıraksındı bende. Nihayetinde eşekten düşenin hâlinden eşekten düşen anlardı.

Çok uzun sürmedi hayatımda bu şiirin anlamını idrak etmeye başlamam. Hayatımdaki tek dayanağım, gül kokulu anacığımı kaybedince ben de eşekten düşmüşe dönmüş olmalıyım ki bildiğim tüm şiirlerden daha fazla anlamlı gelmeye başladı bu şiir bana. Her aklıma geldiğinde bu dizeler, göz pınarlarımdan süzülen yaşlara engel olamadım.  Belki ben kör olmadım annemi kaybettiğimde ama onunla birlikte ben de öldüm. Toprağa girmedim evet ama çocukluğumu, anılarımı, hayallerimi, yaşamak isteyip de yaşayamayacaklarımı da onunla birlikte toprağa gömdüm.

Yıl 2018, aylardan bir temmuz akşamı… Acı acı çalan bir telefon… Telefondaki ses annemin bayıldığını, ilçe hastanesinden ileri tetkik için merkezdeki bir hastaneye ambulansla sevk edildiğini söyledi. Allah Allah! Benim annem tabiri caizse  hükümet gibi kadındı. Bırakın bayılmayı grip olup yattığını bile hatırlamazdım. İçtiği ilaç sayılıydı ömründe. Anacığım sevmezdi ki yatmayı. Kadın dediğin bastığı yeri titretecek derdi hep.

Eşim telaş etme yoktur bir şey dediyse de o bıçaktan keskin acı geldi çöreklendi yüreğimin köşesine. Malum oldu sanki bana yaşayacaklarımız. Bir türlü sakinleştiremedim kendimi.  Bir koşu gittik hastaneye. Bir sedyede uyuyordu annem hastanenin acil servisinde. Beyin emarı çekilmiş, babam doktorun sonuca bakmasını bekliyormuş biz hastaneye vardığımızda. Sabırsızlık içinde beklerken acil servisin plastik koltuklarında, annemin adı çağrıldı doktor odasından. Girdik içeri. Bir şeylerin yolunda gitmediği belliydi. Hissederim ben. Hani bazıları der ya 6. hissim kuvvetlidir diye ben de öyleyimdir işte. Ne zaman  bir aksilik, bir olumsuzluk olacak olsa daha olay gerçekleşmeden gelir girer şu beynimin içine, başlar beynimi kemirmeye. Hiç sevmem, çok da kızarım kendime bunun için. Bu defa da öyle oldu. Gerçi acil doktorunun yüz ifadesini kim görse anlardı ya durumu. Neyse, geleyim asıl konuya. Doktor bilgisayarın ekranını çevirdi bize önce. Bakın dedi; kelebek şeklinde bir siyah bölge göstererek emar görüntüsünden. Yüzündeki o ifade beni korkutmaya devam ediyordu tabii. Biz ne bilecektik ki ne anlama geldiğini o kelebeğin. Neyi var annemin diye sordum. Tümör dedi. Siz hiç vakit kaybetmeden bir beyin cerrahına götürün teyzeyi dedi, sanki sıradan bir şeyden bahsediyormuş gibi. Sonra çaresiz, ne yapacağımızı bilmez bir şekilde odadan çıktık. Kafamda bir kamyon dolusu kelime… Kamyon kasasındaki sabitlenmemiş yüklerin kamyon hareket ettikçe  bir o yana, bir bu yana devrilmesi gibi kelimeler zihnimde oradan oraya devriliyor, birbirine çarpıyor, yetmiyor beynimin içinde tepinerek her hücremi zonklatıyordu. Bu yasadıklarımız neydi böyle. İki saat öncesine kadar sakin, normal hayatımız şimdi bir uçurumun eşiğindeydi. Neler duymuştum ben o odada.  Tümör, cerrah, beyin, kelebek…

Glioblostama Tümörü Nedir?

Ertesi gün bir beyin cerrahına gittik elimizde emar görüntüleriyle.  O da maalesef acildeki doktorun dediklerini söyledi. Teyzenin beyninde tümör var! Aklım almıyordu. Şimdiye kadar hiçbir belirtisi olmayan kadın, bu gün yürümekte zorlanıyordu. Ne yaptık? İnandık mı doktora. İnanmak istemiyorduk ki inanalım. Böyle bir şeyle daha önce karşılaşmamıştık ki hemen teslim olalım. Tabii hemen başka bir doktor arayışına girdik. Eşten dosttan sorduk soruşturduk, alanında isim yapmış bir doktor bulduk. Zannediyorduk ki tavsiye edilen doktor iyi şeyler söyleyecek kurtarırız teyzeyi diyecek.

Hep bir umutla; ameliyat olur, kurtulur der gibi geliyordu bize. Sonuçta o alanının en iyisiydi.  İlle o doktor olsun istedik. Olur ya hani, insan tanıdığı birinin ya da tanıdığının tavsiye ettiğinin hep bir numara olduğunu düşünür. O psikolojiydi belki de bizi bu düşünceye sürükleyen. İki gün sonraya anca sıra alabildik doktordan. İnsan başına gelmeden anlamıyor. Meğer ne çok insan varmış bu illetle uğraşan. Doktor ameliyattan ameliyata koşuyormuş hiç boş vakti yokmuş. Zar zor, rica minnet boş bir aralığına sıkıştırttık randevuyu. Allah’ım nasıl bir hastalıktı bu. Bir gün içinde yürümesinde aksamalar, görmesinde bulanıklık başladı. Ne kadar hızlı ilerliyordu. Bunca zaman tek bir belirti vermeyen tümör, sanki yıllarca bu zamanı beklemiş gibi her gün başka bir organını güçsüz düşürüyordu annemin.

Büyük bir umutla kapsını çaldığımız doktor da gördü anacığımın emar görüntülerini. Maalesef o da aynı şeyleri söyledi. Bu tümörü bir an önce çıkarmalıyız! Eee, ya sonra? Sonra ne olacaktı? 3 ile 9 ay arasında değişir yaşam süresi dedi. Pat pat söylüyordu yüzümüze yüzümüze her şeyi. Nasıl duygusuz insanlar bu cerrahlar diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Yok muydu bir çaresi, yanılmış olamaz mıydı doktorlar?

İlk gün acil doktorunun ekranda gösterdiği kelebek görüntüsü meğer beynin en kötü huylu tümörü olan glioblostama tümörünün görüntüsüymüş. Daha önce de söylediğim gibi 3 ile 9 ay arasında değişirmiş gbm tümör yaşam süresi.  Tıp dünyasında gbm tümör, glioma tümörü şeklinde de adlandırılıyormuş. Böyle bir görüntüye sahipmiş bu tümör. Bunu gördü mü hemen anlarmış doktorlar meğer, artık hasta için yapılacak pek bir şeyin olmadığını.

Tüm bu duyduklarımın bir kâbus olmasını diliyor; uyanmak, kurtulmak istiyordum ama olmuyordu.  Bu hayatın en acı yönü buydu işte. İnsanın kendini, hayatını, yaşadıklarını sorgulayıp düşünüp düşünüp işin içinden çıkamadığı en acı yönü. Bu öyle bir acı yön ki çaresizliğin ve acizliğin gücünü, dert ettiklerinin   ne kadar anlamsız olduğunu gösteren, insanı sert bir tokatla kendine getiren bir yön.

Ertesi güne ameliyat olması kararı verildi.  Çıkarılan parça patolojiye gönderilecek ona göre hastalığın hangi evrede olduğu bilinecek ve bir tedavi planlanacaktı. Hemen o gün yatış yaptık hastaneye. Bir taraftan ameliyat prosedürlerini tamamlıyor, bir taraftan annemin gözlerindeki bana ne olacak ifadesinin verdiği acı ile oradan oraya koşuşturuyordum. Hani uzun ve karanlık tüneller olur ya şehirlerarası yolculuklarda, o karanlık tünelin sonu aydınlığa çıkınca bir rahatlar insan. O rahatlamaya kavuşmak, düzlüğe çıkmak istiyor ama annemin organları birer birer görevlerini yapmayı bıraktıkça daha da çok gömülüyordum o karanlığa.

Ameliyat Günü

Ameliyat 6 saate yakın sürdü. Ameliyat sonrası yoğun bakım süreci, servis günleri derken çok sıkıntılı günler geçirdi anacığım. Sonrasında kemoterapi ve radyoterapi süreçleri izledi birbirini. Ara ara epilepsi nöbetleri ile devam eden bu zorlu süreç, ameliyattan iki yıl sonra acılarının dinmesi ile son buldu. Kaybettik annemi. Kanatsız meleğim, yol gösterenim, aydınlık tarafım uçtu gitti. Geride ise anılar, özlem ve keşkeler kaldı. Bir de arkasındaki dağı yıkılmış bir ben…

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. Mekanı cennet olsun rahime Teyze’nin. Allah sizlere evlatlarınızın gününü göstersin, hayırlı ömürler versin inşallah. Amin..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Başa dön tuşu